Gerçeklik terapisinin kurucusu Psikatrist Willian Glasser tarafından yazılan kitap, yazarın değişik okul şartlarındaki deneyimlerinden hareketle, okul başarısızlığının nedenlerini sorguladığı ve eğitimcilere çözüm önerilerini sunduğu bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Benzer dönemlerde okula ve eğitime yönelik eleştirel yazılan kitaplar kurgusunda olup, sadece eleştirel bir yaklaşımdan ziyade okul başarısızlığına dair çözümler de getiriyor. Glasser özelikle “okula başarısızlıkla gelen çok az çocuk vardır, hiçbiri etiketlenmiş başarısızlık değildir, çocuğun üzerinde başarısızlık etiketini yapıştıran sadece okuldur” diyerek başarısızlık kavramının ilk yeri olarak okul ortamını görüyor. Okulların başarısızlığa yönelik kurgulandığını, başarılı olanların ise öğretmenin emrettiği şekilde davrananlardan kaynaklandığını açıklıyor. Ayrıca başarısız olanların çoğunlukla okula ve öğrenmeye küserek okul ve toplum içinde problemler ortaya çıkarttığını varsayarak okul başarısızlığına yönelik ciddi tedbirler almanın gerektiğini belirtiyor. Dahası günümüzde bir çok öğrencinin ilkokuldan üniversiteye kadar okulda başarısız olduklarını bilmemize rağmen bu başarısızlık karşısında o kadar rahatız ki tüm okullarda öğrencilerin başarısızlığından eğitimin kendisinin sorumlu olduğunu ve sisteminin kendi ihmal ve hatasını görmediğini savunuyor.
Glasser, gerçeklik terapisine dayanarak yaptığı gözlem, konuşma ve incelemelerle bir grup kız öğrenciden yola çıkarak öğrencilerin başarısızlıklarının; aileleri ve öğretmenleriyle sıcak yapıcı ilişkiler kuramamak, olumlu duygu ihtiyaçlarını karşılayamamak olduğunu söylüyor. Dikkat çektiği bir konu da okuldaki başarısızlığın evde ailelerle yaşanılan pek çok sorunun da nedeni olarak gösteriyor. Yani çocuk okulda başarısız oldukça aileyle çatışmaları ve iletişim problemleri arttığı için bir süre sonra kendine güvenle ilgili sorunlar yaşamasına neden oluyor. Öğretmenlerin okul başarısızlığına neden olarak gösterdikleri sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel durumlar, ailevi durumlar vb. bunların bir nevi başarısızlığa bahane olarak gösterildiği, oysaki öğrencilerin kişisel sorumluluk almaları konusunda cesaretlendirilip doğru yönde eğitim verildiği takdirde bunun aşılabileceği savunuluyor. “Okuldaki başarısızlık olmasa diğer engeller daha kolay aşılabilir, başarısızlık az olsaydı toplumumuzdaki etkileri de az olurdu, bu başarısızlık atmosferi değiştirilebilir, bu sorununu yenecek en iyi çözüm başarılı bir eğitim”dir diyerek sisteme vurgu yapıyor. Eğitim sistemi içinde çalışanların başarısızlık sorununun farkında olduklarını çünkü sistem içinde çocukların okuma motivasyonlarını kaybedip kendilerini geri çekerek tembelleştiklerini, daha sonrada sistemin bu çocukları eğitilemez hâle getirip asıl sorunun kendisinden kaynaklandığını görmezden geldiğini aktarıyor. Başarının olanaklı olabildiği eğitim felsefesinin oluşturulması gerekliliği, daha fazla insan çalıştırmakla daha iyi binalar inşa etmekle, geleneksel yöntemlerle değil, meselenin derinine inecek uzmanlarla çözülmesi gerektiği vurgulanıyor.
Sadece zenginler için değil tüm gelir gruplarında çocukların başarılı olacakları okullar yapmalıyız. Her çocuğun başarı önündeki engelleri aşması için çalışan okul sistemlerinin sunulması gerekir. Çocuklara yeteneklerinin büyük bir kısmını kullanabilecekleri, başarılı olabilecekleri okullar sunmadıktan sonra başarı sorununu çözemeyiz.
Yıllar boyunca başarısız olmuş insanların hayatının önemli bir döneminde bir şekilde ilk başarı deneyimini yaşamazsa, genelde başarılı olamadıklarını, kişi başarı kazandığında ise pek çok negatif faktörün anlamını yitirdiğini söylüyor. O nedenle yaşamda başarılı olabilmek için okulun bir fırsat olduğunu, çocuğun öncelikle okulda başarı duygusunu tatması gerektiğini, okul yaşamında başarısızlık deneyimi yaşamış birey içinse yaşamda başarı şansının oldukça düşük olduğunu söylüyor. Aile şartlarını her öğrenci için düzeltemesek de okul şartlarını iyileştirmenin mümkün olduğunu belirtiyor.
Glasser, eğitimde bütünleştirici ortamlardan yana. Yani başarısız çocukların ayrıştırılmayıp heterojen sınıflarda bir arada olması gerektiğine inanıyor. Her okul ve kurum bütüncül bir yaklaşımla sınıf eğitimini geliştirecek yollar aramalı, erken çocukluktan itibaren iyi bir eğitim sitemi kurgulanması gerekli diyerek ilk önce eğitimin okul başarısızlığına sebep olan yönlerini incelemeli sonra da bunları kontrol edebileceğimiz bir bölüm belirlemeliyiz diyor.
Bir diğer bölümde yazar, iki tür başarısızlıktan bahsediyor. Sevgide başarısızlık ve öz güven kazanmadaki başarısızlık. Bunların birbiriyle çok bağlantılı olduklarını, gerçeklik terapisinde de olduğu gibi temel ihtiyaçları sevgi ve özgüven olarak tanımlıyor.
Sevgi ve öz güven öylesine iç içe geçmiştir ki insanoğlunun başarılı bir kimliğe ulaşmak için bulduğu iki yol olduğu düşünülebilir. Bir insan hem sevmeyi hem sevilmeyi öğrenmelidir, sevgi ihtiyacının okul ya da başka dış kurumlar yerine evde karşılanması gerektiği düşünülür ama okullar sevgi ve şefkat ihtiyacını da karşılamalı, öz güven konusuyla da doğrudan ilgilenmelidir.
Sevilen ve sevmeyi öğrenmiş biri, dünyada başarılı olmak için bir şans elde etmiş olur diyor yazar. Sevmeyi değil sevilmeyi öğrenmişse başarısız olur; şımarık, el bebek gül bebek yetiştirilmişse gereğinden fazla korunmuşsa başarısız olur. Çocukların başarılı bir kimlik kazanmasının öğretileceği iki ana mekânı, ev ve okul olarak gösterir. Eğer çocuk evde başarılıysa okuldaki olumsuz koşullara rağmen başarılı olacaktır ama evde ve okulda başarı duygusunu bulamamışsa durum çok zordur diyor.
Okul ortamında sevme ve sevilme ihtiyacı için birbirine yardım, birbirlerini koruma, sosyal sorumluluk davranışlarının desteklenerek, sorumluluk eğitiminin her okulun bir parçası olması gerektiğini; eğer olmazsa bir çok çocuğun başarılı kimlik edinemeyeceğini söylüyor. Evde başarısız olan, istenmediğini ve az sevildiğini düşünen, az öz güven geliştiren bir çocuk ümitsiz bir durumdadır. Sinirli, kırgın, hem kendine hem de çevresine öfkeli olacaktır. Başarılı bir kimlik kazanmada davranış sorumluğunun öğretilmesi, sıkı çalışma yollarının ve kişisel disiplin sağlamanın doğru aktarılması gerekmektedir. Diğer taraftan başarısızlık ötelenmeye ve yalnızlığa nedendir. Okul başarısızlığı yaşayan çocuklar kendini kabul ettireceği yanlış ortam arayışına girerler.
Başarı için yaşamsal önem ilgi. Okullar başarısızlığı motivasyon eksikliği olarak görerek, nedenini derinlemesine araştırmazlar oysa öğrencilerle güçlü, samimi ve sıcak ilişkiler içinde ilgilenmek gerekiyor. “Başarısızlık başarısızlığı doğurur, bu döngüyü kırmak için çalışmak ve olumlu davranışlara odaklanmak, şimdiyle ilgilenmek gerekiyor. Çünkü duygu davranışların sonucudur, iyi davranışlar iyi duygular doğurur.” Çocuklarla kişisel bağ kurarak davranışlarına odaklanmak, sorumluluk almada yol göstermek, çocuğun kendi değerlendirmelerine ve düşüncelerine her zaman önem vererek dinlemek gerektiğini açıklıyor. “İtaat etmesi sorumlu olduğunu göstermez, sorumluluk ancak durum değerlendirmesi yaparak kendisi ve başkaları için uygun olan yolları düşünüp kabul ederek öğrenilir.” Erken yaşta bunu fark eden çocuk toplumsal olayların farkında ve sorumluluk sahibi olur. Çocuk anlamlı bir değerlendirme yaparak bunu kazanabilir. Disiplin öz disiplindir, cezalandırmak acı verir. Vaaz vermek ve zorla kabul ettirmek yerine davranışlarını anlamlı bir şekilde yargılamak için cesaretlendirmek, daha iyi davranış planlarına yardımcı olmak, güvenmek, sevgi, saygı ile başarılı kimlik kazanmalarına destek olmak gerektiğini aktarıyor. Okulun yaşamsal rolü çok önemli ve eğitim tüm yaşam boyunca devam ediyor. Bir çocuk okul öncesinde hayat hakkında bir çok şeyi öğrenir ama başarısızlıkla okulda tanışır. “5-ile 10 yaş arası başarısızlık algısı için kritik dönemdir. Bu dönemde çocuk başarısızlık deneyimi yaşarsa 10 yaşlarında güveni ve motivasyonu yok olarak kendisini başarısızlıkla özdeşleştirecektir. Okul tarafından önlenmesi gereken başarısızlık en çok bu dönemde engellenebilir. 10 yaş öncesinde iyi bir okul deneyimi çocuğun başarılı olmasına yardım eder. Her dönem yardım edilmeli ama asıl çaba ilkokulda olmalıdır.” diyor. Okula başlamadan önce tüm çocuklar başarılıydı çünkü başarısızlık damgası yememişti. Çocuklar okulda beyinlerini düşünmek ve sorunları çözmek için değil ezberlemek için kullanırlar. Ezber kötüdür, daha da kötüsü çocuğun dünyasına hitap etmez. Okulda öğretilen çoğu şey öğrencinin yaşamıyla doğrudan ilgili değilse neden okulda olduklarını da anlayamazlar. Bu nedenle öğrendikleri ile yaşantıları arasında bağ kurulmalıdır. “Şu an sistem öğrenebildiğin kadar öğren, hatırla ve kullan üzerine kuruludur. Günümüzde eğitim olarak verilen şey bilgi toplama ve hatırlamadan ibarettir. Düşünme ve sorun çözme hiçbir zaman eğitim sisteminin önemli bir bölümünü oluşturmadı.” diyor. Eğitim insanın en önemsiz işlevi olan hafıza üzerinde durur ve asıl düşünmeyi ihmal eder. Okullar düşünmeye dayalı tartışmalardan kaçınma eğilimindedir, eleştirel düşünme ilkokuldan itibaren tartışmalarla öğretilmelidir. Özelikle sanatsal etkinliklerde kim, ne yaptı, nerede, nasıl yaptı gibi işlevsiz bilgilerden çok ne anlatılmak istendiği, ne anlattığı üzerine yorumlamaya dayalı sorular yöneltilmelidir. Yaratıcılık gerektiren konular hor görülmüştür. Çoğu okul kesinlik ilkesiyle düşünmeye önem vermez, her sorunun bir doğru bir yanlış cevabı vardır. Oysa tek doğru cevabı olmayan açık uçlu tartışmaya dayalı sorular düşünme öğretiminde kullanılmalıdır. Çocuklar hem müfredatı hem de okul kurallarını belirlemekte söz sahibi olmalıdırlar. Kesinlik ilkesi nedeniyle düşünmeyi öğretemiyoruz, eğitim sistemini kuşatan kesinlik ilkesi hakimiyetini azaltmak gerekir. Öğrencilerin giderek daha az haz duyduğu iç motivasyonunu kaybettiği sistemde kesinlik ilkesi öğrencilerin çabalarına orantılı bir manevi haz sağlamadığı için eğitimde başarısızlığın önemli bir nedeni olarak belirtilmiş.
Yine çözüm önerileri kapsamında, öğrencilere tartışma ortamları yaratarak günlük hayatta bağıntıları yakalamalarına fırsatlar verilmeli, okullarda bolca tartışma ortamları yaratılmalı, öğretmenler bunun için özel zamanlar ayırmalıdır ki ancak bu sayede ifade ve düşünme becerileri gelişebilsin. Not siteminde de A-B-C-D gibi bir sıralamanın doğurduğu olumsuz sonuçları aktarmış Glasser. “İlginç olan şudur ki not ahlakla eşit hâle getirilmiş; iyi notla iyi davranış, kötü notla kötü davranış arasında ilişki kurulmuştur.” diyor. Oysa not hatırlama yeteneğini ölçer, düşünme yeteneğini değil. Notların daha sonra mesleki performansla da bir ilgisi olmadığını söylüyor. Notun motivasyon kaybı, yaşam için kısıtlayıcı ve zorlaştırıcı olduğunu, öğrencilerin bir süre sonra sınava dahil edilemeyen konuları dinlemediklerini, objektif testlerin araştırma ve düşünceye dayalı okuma öğrenme hevesini kırdığını savunuyor. Aynı şekilde ödev konusunda da “Pratikte çok fazla ve sıkıcıdır. Zeki yaratıcı öğrencilere cezadır, yaratıcılıklarını öldürür, her çocuğun imkanı eşit değildir.” diyor.
Olgu ve cevap merkezli eğitim genellikle kolaydır. Sistem doğruları ezberlettiği için öğrenciye rüşvet olarak A verir. Düşünmeden uzak eğitim sistemi, disiplin sorunun da ilk nedeni olarak görülürken notların daha çok başarısızlığı vurguladığını, başarısız olduğuna inanan bir öğrencinin de çalışmayı daha çok reddettiğini belirtiyor. Değerlendirmenin sadece çocukların nerede yardıma ihtiyacı olduğunu, nerede daha fazla çalışması gerektiğini anlamak için akademik ve sosyal gelişim alanlarında süreç takibi için yapılamasını savunuyor.
Diğer taraftan okulların geleneksel yöntemlerini değiştirme ihtiyacı olduğunu, sahte ilgi göstermekten fazlasını yapmak gerektiğini belirterek, özellikle öğretmenlerin mevcut uygulamalara karşı memnuniyetsizliklerine rağmen, değişiklikler karşısında ilgisiz oldukları, değişime direndikleri, sorun çözen gruplar olarak çalışmak yerine birbirlerinin ne yaptıklarını anlamadan sadece kendi sınıflarında çalıştıklarını belirterek, tüm okulların ortak kararlar için öğretmen toplantılarına önem vermesi ve işbirliği içinde çalışması gerektiğini öneriyor.
Sınıf toplantılarının yararları olarak özellikle öğrencilerin toplumsal sorunlara erken yaşta duyarlılık kazanmaları, farklı fikirleri kabul ve dinleme becerileri edinmeleri, diğer taraftan açık uçlu düşünsel toplantılarla önemli eğitsel teşhisler yapılabileceğini, çocukların topluluk karşısında konuşma, fikirlerini ifade etme, hayallerini açıklama ve geliştirme, şikayetlerini ve isteklerini özgürce ifade etme ve arkadaş seçimine fayda sağlama gibi pek çok fayda vurgulanmış.
Kitapta yazar son olarak çalıştığı Pershing okuluna ait gözlemlerini sunarak ahlakla ilgili bilgi ve tutumların da okulda öğretilebileceğine inanıyor. Ahlakın genellikle ya bunu yaparsın ya da cezalandırılırsın şeklinde zorlayıcı sınırlamalarla öğretilmeye çalışıldığı, çocukların yetişkin dünyasını model aldıklarını oysaki değerlerin okulda tartışılması gerektiğini savunuyor. (*Bu kitabın içeriğini biraz daha detaylı olarak aktarma nedenim Glasser’in görüşlerinin büyük çoğunluğuna katılmam ve yazının kitap içeriğini tam olarak kapsaması istememdi. Son birkaç dipnot 😊)
Öğrencileri olgularla dolduracak boş kovalar olarak görüyoruz, sonucu belli sorularla sonucu belli cevaplar veren bilgisayarlar gibi davrandığımız sürece demokrasinin temel binası olan eğitim sitemi içine kendi yıkımının tohumlarını ekmiş oluyoruz.
Hiç kimse başarısızken toplumsal sorumluluğunu düşünmeyi ya da sorunları çözmeyi öğrenemez.
Tüm öğrenciler çevreleri tarafından potansiyel yetenekli olarak kabul edilmelidir.
Başlamak için tek bir yer vardır orası da bulunduğumuz yerdir.
Merak edenler için şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Sevgiyle...
Nermin ELMAS
Kaynak
Glasser, W. (2017). Başarısızlığın olmadığı okul. İstanbul: Beyaz Yayınları.
Comments