Mütekabiliyet ne demek, biliyor musunuz? Ben bilmiyorum ama bugün karşılaşınca merak ettim. İşte koskoca epistemoloji bu noktada ortaya çıkıyor. Bilgi edinme ve yaymadaki ahlak ilkeleri sebebiyle devamını okumak istemeyen sevgili okurlarım, şu andan itibaren gelen bildirimlerle ilgilenebilirsiniz veya çok beğendiğiniz aracın ikinci el fiyatına göz atabilirsiniz. Çünkü bu sizin en doğal hakkınız. Ama derseniz ki ben senin bu caydırıcı teklifine kanmayacak kadar yetkin birisiyim… Birlikte bakalım, neymiş bu epistemoloji?
İnsanın hayatta kalması ve standart bir yaşam sürmesi için gerekli olan bazı şartlar vardır. Lafı fazla uzatmadan değerli teorisyen ve bilim adamı Maslow’un ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ dediği bir sıralamadan bahsedeyim. Özü itibarıyla her bir ihtiyaç bir üst basamağın getireceği gerekçeler için bir temeldir. Örneğin; can güvenliğini sağlamadan kendine bir toprak parçasını tahsis edemezsin, kredi kartı borcunu ödemeden Maldivler için gidiş dönüş uçak biletini alamazsın… Önce özgürlük, sonra sağlık, devamında maddi güç ve tünelin sonunda mükemmel sen. Bilgi ve insanın yolu da bu noktada kesişti. Uzak geçmişte ama öyle bir uzak ki Pisagor’un geometri ve matematik ile anılmadan önce boksörlük yaptığı, Platon’un sakallarını karıştırarak düşündüğü yıllar. Özgürlüğün ve maddi yeterliliğin dönem şartlarında fazlaca karşılandığı zamanlardan bahsediyorum. Bu uygun ortam yanında neyi getirir? Lise felsefe hocalarının klişe sorularıdır bunlar. Lakin unutulmamalıdır ki klişeler gerçeğin en sağlam tespitleridir. Cevap o dönem ve coğrafya için düşünce özgürlüğü ve bilim olmalıydı. Evet, doğru cevapladınız. Dünyamızın oluşmasındaki zincirin ilk halkası olan iki maddenin çarpışması ve patlaması bu dönemde görüşlerle ortaya çıktı. Temelini sorgulamanın ve fikir yürütmenin oluşturduğu bu yeni bilim dalı -ilk zamanlarda bir bilim dalı olarak görüldüğünden şüpheliyim- bazı ilkeler üzerinden belli sorulara ulaşmaya çalıştı. İlki doğruluktu, onu gerçeklik ve temellendirme kavramı takip etti. Ve sonra bir elinizde patlamış mısır ile izleyebileceğiniz bir aksiyon dizisi. Bölümleri de şunlardı: Bilgi nedir? Bilginin kaynağı nedir? Bilginin değeri nedir? Doğru bilgi var mıdır? Bilginin sınırı nedir? Bilginin yöntemi nedir? İnsan neyi bilebilir? Sanki tek bir fitile bağlanan ve sırası geldikçe patlayan bir dinamit dizisi, öyle değil mi? Bu bölümlerin kimisini milyonlar izledi, kimisini sadece oyuncunun akrabaları. Ama sezon finali geldiğinde seyirciler çoktan anlamıştı kahramanın ölmeyeceğini. Kahramanın öldüğünde dizinin biteceğini biliyoruz. Peki ya insan ölünce bilgi devam eder mi? Bunun cevabını herkes kendi içinde tartışsın, bir de böyle deneyelim.
Bilgi edinmenin bir bilim olduğuna, ilkelerle sağlamlaştırıldığına, birtakım sorulara karşılık bulmaya çalıştığına ve türlere ayrıldığına kanaat getirdik. Buna karşılık bugün biz bilgiye ulaşırken izlediğimiz aşamalar, içselleştirdiğimiz ilkeler ve sonuçları nedir? Telefonun kilidini aç > Google’a gir > Mütekabiliyet nedir? > Sonuçlar… Sorguladık mı, karşılaştırdık mı, uyguladık mı? En azından kendi açımdan ele alayım: “Hayır!” İçinde bulunduğumuz durumun felaketine karşılık az önceki noktada bırakmak istedim bir anlığına. Ama bu yazının asıl amacı bu noktadan sonrasını tartışmaktı. Örneğin, bu kelimeyi araştırınca ilk olarak en çok arananlar öne çıkar, algoritma bunu gerektirir ama algoritma bu kişilerin dikkatini ölçmez. Algoritma da seçim yapanlarla gelişir. Sonra bir başlığa tıklanır ve karşınızda bilgi. Hadi bir de popülist kültürün dayatması yüzünden çoğunun “Ben de eleştirmeliyim, yoksa olmaz.” dediği İnternet yerine kitapları ele alalım. Sanırım kâğıda yazılmış; kapağı, sayfası ve cümleleri süslenmiş, bir de devrik cümleler kurulmuşsa tamam! Bu görsel verileri dahi içeriğe göz atıp okumadan ve değerlendirmeden kabul etmek için psikolojik bir savaş. Evet, yanlış okumadınız, savaş! Bilginin ve ona ulaşma kültürünün yozlaştırılmaya çalışılmasına benim yapabileceğim en iyimser yakıştırma savaştır. Bu savaşı kayıpsız atlatmanın en etkili yolu bir dakikalığına olsun durup eleştirmek ve değerlendirmektir. Başka bir kitaba danışmak belki sayfaları örümcek ağı tutmuş kitaplarınızı da mutlu eder. Ardından önüne geçilmez bir düstur olarak bilgiye ulaşmada seçicilik. Yüzünü mağaraya dönmekten vazgeçip gerçeklik ışığına kirpiklerimizi kavuşturmadan bakar olduğumuzu gören Platon’un gözyaşlarını görür gibi oldum.
Geriye kalan ise bir iribaşın kurbağaya evirilişi gibi adım adım ve özgürce. Tıpkı bizlerin her günün sabahında kendi cahilliğimizin tuğla duvarlarına geçirdiğimiz balyoz darbeleri kadar etkileyici ama divitten sızan mürekkep kadar nazik.
Ahmet DEMİRCİ
Comments