Her yıl bilmem kaç bin kişi evlenme müracaatında bulunurken yine binlerce kişi mahkemelerde boşanma, boşanabilme mücadelesi veriyor. Evlilik iki kişinin evet demesiyle çok kolay başlayan bir süreç gibi görünse de boşanmalar oldukça sancılı, çekişmeli, kavgalı ve gürültülü oluyor. Hele ki çocuk varsa bu süreç çok uzadığı gibi ilişkinin tam olarak bitirilmesi de pek mümkün olamıyor. Boşanma sürecine giren çiftlerin çocuklu ya da çocuksuz olmaları, süreci de sonucu da etkileyen en önemli etmen. Çocuksuz evliliklerde yollarını ayırmak daha kolay gibi görünse de bu olumsuz süreçten onlarda derin yaralar alıyor. Boşanma toplum tarafından ne kadar normalleştirilmeye çalışılsa da hiçbir biçimde boşanan çiftler için hayat kaldığı yerden devam edemiyor. Hem düşünsel hem de duygusal yönden yaralanan bireylerin, boşanma sonrası özellikle karşı cinse karşı duydukları güvenle, evlilik kurumuna olan inançları olumsuz etkileniyor. Boşanma her iki taraf için fazlasıyla stres kaynağı. Hatta bazen boşandıktan sonra stres, öfke ve düşmanlık daha da artabiliyor. Çocuklu evliliklerde ise boşanma süreci ve sonrası bizim toplumumuz için tam bir trajedi…
“Biz çocuğumuzun iyiliğini, onun huzurlu ve güvenli bir ortamda büyümesini düşündüğümüz için boşandık” gibi lafları çok duyuyoruz. Ya da kötü giden bir evlilikte “çocuğum için katlanıyorum” cümleleri çok kullanılıyor. Bir evlilik çocuk için sürdürülüyorsa da kötüdür; çocuk için bitiriliyorsa da doğru değildir. Biz toplum olarak boşanma sürecini ve sonrasını insani ve ahlaki sınırlar içinde devam ettirecek olgunluktan çok uzağız. Gerçekten çocuğun haklarını koruyarak, onun ruhsal yapısında en az hasar bırakacak şeklide davranarak, yani kâğıt üzerinde anlaşarak değil de ilişkide anlaşarak boşanmalar çok nadir. Genellikle ilk aşamalarda çocuğu ben alacağımla başlayan velayet kavgaları, avukatlar, pedagoglar eşliğinde, icra yollu çocuğa ulaşma çabaları, velayeti alanın bunu bir koza dönüştürmesi en sıklıkla karşılaşılan tablo. Oysa hem eşlerin hem de çocuğun en çok zarar gördüğü dönem de bu evre... Yani sözde çocuk için yapılan boşanma, hiçbir biçimde çocuğun anlamlandıramadığı bir süreçte duygusal dünyasını harap edebiliyor. Boşanma sonrasında da en çok çocuklar zarar görüyor; ömür boyu anne veya babadan uzak yaşamak, onların ruh dengesini bozduğu gibi kişilik ve karakter gelişimini de derinden etkiliyor. Aile çocuğun psiko-sosyal yapısının ilk şekillendiği yerdir. İlk değer yargılarıyla temel güven ailede edinilir.
Boşanma, sürekli yer değiştiren hafta içi bir evde hafta sonu başka evde, ayrı ayrı hayatlarla bocalayan, kime nasıl davranacağını bilemeyen, suçluluk duygusu yüksek, sosyal ortamda çekinik ya da davranış sorunlarıyla baş edemeyen çocuklar ortaya çıkarıyor. Özelikle aidiyet kavramının zedelenmesiyle, güven ve sevgiye dönük şüpheler, içe dönük davranımlar ya da öfkeye bağlı gelişen kontrolsüz dışa vurumlar sıklıkla gözleniyor. Okul sorunları, akademik başarısızlık, sosyal ilişkilerde bozukluk gözlenen diğer olumsuzluklar.
Ve asıl sıkıntı da bundan sonra başlıyor. Boşanma, çocuklu ailelerde çözümden daha çok, yeni sorunları ortaya çıkartıyor. Çocuğun davranışlarında gözlenen olumsuz değişimler anne babaların birbirlerini daha da çok suçlamasına neden oluyor. Velayet kimdeyse en suçlu "O"… Velayeti alan ise, karşı taraftan sürekli şikayetçi; ilgisiz ve sorumsuz diye... Burada başka şeylerde oluyor, ilk etapta zorla alınan velayet, baş edilemez davranış sorunları karşısında “çocuğa biraz da O baksın”a dönüyor. Özellikle de boşanma sonrası ebeveynler tekrar yeni evlilikler yaptığında ise çocuk için durum tam bir kaosa dönüyor. Bunlar görünenler,, görünmeyen ise “çocuk” ya da çocuklar.. Daha iyi olsun diye başlayan serüven çoğunlukla da daha kötü oluyor. Boşanma süreciyle yetişkin bir şekilde baş edebilse de çocuğun bununla baş etmesi pek de kolay olmuyor.
Çocuklu ailelerde boşanma kararı, her boyutuyla ve nelerle karşılaşılabileceğinin detaylarıyla düşünmesi gereken bir durumdur. Eşler arasındaki sorun tüm çözüm denemelerine rağmen başarılamıyorsa yapılabilecek en son aşamadır. Öfkeyle kalkanın uzun vadede en çok zarara uğradığı da kesindir. Her türlü denemeden sonra aile kurumu devam ettirilemiyor ya da duygusal olarak tamamen bitmiş ilişkilerde evliliğin sonlandırılması tabiî ki gereklidir. Önemli olan bundan sonraki sürecin insani biçimde sürdürülebilmesidir. Boşanan eşlerin birbirlerine saygı çerçevesinde ilişkilerini sürdürmeleri ve boşanma sonrası çocuğa yönelik sorumluluk bilincinin devamıdır. Birlikte bir yaşam son bulmuş olabilir fakat çocuk konusu yine yaşamın merkezi kabul edilerek, aynı sahiplik duygusuyla yola devam etmek en birincil sorumluluktur.
Evlendiğimizde “böyle değildi, şöyle huyları yoktu ya da ben onu hiç tanıyamamışım” gibi cümleler evliliğin değil, insanın doğasındandır. Yani hayat bir döngüdür. Ve bu döngüde, insanlar büyürler gelişirler ve değişirler. Önemli olan kişinin iyiye doğru değişmesi ve eşini de iyiye doğru geliştirebilmesidir evliliği değerli kılan. Evlilik sürecinde bireylerin önce kendi iç dengesini sağlaması, yaşamın rutin stresinden uzaklaşarak biraz içsel mana arayışına yönelmesi ve herhangi bir sorun anında önce aynayı kendine tutması sağlıklı ilişkilerde temeldir. Evlilik algısı değişse de evliliğe yüklenen anlam her çağda ve her toplumda aynıdır. Çünkü, toplumun sağlıklı olması sağlıklı evliliklerle ve iyi yetişen çocuklarla mümkündür. Birlikte mücadele duygusu, samimiyet, paylaşım, karşılıklı fedakarlık, sahip olunanla tatmin olma evliliğin ritmini değiştirir. Sevgi, saygı, alçakgönüllülük, aşk, sabır, empati, iyi iletişim ve tahammül ne kadar gerekse; öfke, gurur, kibir, inat, tahammülsüzlük, kıskançlık ve sevgisizlik te bir o kadar felakettir. Bunun seçimi de sadece eşlere aittir, fakat sonucu tüm toplumu etkiler…
Nermin ELMAS
Comments