"Onları bu kadar mutsuz eden ne, anlayamıyorum.
Çok katı çizgiler mi acaba iki yandan sıkıştıran onları?"
Bir kitap düşünün ki adı Boynuyamuk. İsmi sizi cezbetmedi mi? Kendi adıma söyleyecek olursam hem başlık hem de kitabın kapağını süsleyen görsel hemen ilgimi çekti ve yolculuğum başladı. M. Banu Aksoy'un yazdığı kitap hakkında ilk söylemem gereken şey, hem içeriği hem de sunumu ile nitelikli çocuk yazını eserlerinden biri oluşudur. Çünkü çocuklar için yazılan eserler arasında nitelikli eser bulmak, emek isteyen bir uğraş. Maddi kaygılar maalesef çocukların dünyasını da kuşatmış durumda.
Kitapta masalsı bir öykü şiir tadında anlatılıyor. Öykü “uzak bir ülkenin uzak bir kentinde” geçiyor. Sanki çocukluğumuzda dinlediğimiz masalları andırıyor. Yazar kitabında tamamen sıradan ve dümdüz bir kent tasarımı ile karşımıza çıkıyor. “Öyle sıradan bir kent ki bu, hiçbir şeyi şaşırtmaz insanı” diyor yazarımız. Bu kentte her şey ölçülü ve uyumlu. Ancak bu ölçü ve uyum dümdüz dik veya yatay çizgilerle sağlanmış durumda. Ölçünlü bu kentte eğri veya yamuk bir şey bulmak imkânsız. Dahası insanlar da aynı anlayışta. Hepsinin çizgileri sert ve düz. Onlar “düzgün kentin düzgün insanları”dır. Kendi gibi olmayanlara, kendilerine benzemeyenlere de kesinkes karşıdırlar. Onlara göre ev dümdüz, ağaç dümdüz, okul dümdüz, park dümdüz olmalı. Kısacası yaşamları ve algıları her şeyde olduğu gibi dümdüzdür.
Bir gün bu kentte olanlar olur. Kulaktan kulağa bir fısıltı yayılır. Şehrin kıyısında yamuk duvarlı, eğri çatılı ve kayrak taşlı bir ev görülür. Dahası evin içinden yamuk boyunlu ve kendilerine benzemeyen bir kadın çıkar. Dümdüz kentte yamuk boyunlu bir yabancı. Bilirsiniz yabancılar ilk başta potansiyel bir tehdit olarak görülür. Yamuk boyunlu kadının başına da bunlar gelir. Düzgün insanlar derler ki:
“Kentimizin bir düzeni var, kimse bunu bozamaz. Çocuklarımıza yanlış şeyler öğretmesin, aman ha!”
Yamuk boyunlu kadının hayatı başta zordur. Birçok zorlukla karşılaşır. Söz gelimi fırıncıdan çiçek ekmek, ay çöreği ve simit ister. Ama fırıncı bunları sevmezdi çünkü bunların her biri diğerine benzemezdi ve farklı olurdu. Onun yerine fırıncı düz bir sopayı andıran baston ekmekler üretirdi. Bu kentte çiçekli kumaş bulamazdı, çünkü çizgili kumaş en doğrusuydu. Aslına bakarsak Boynuyamuk'un karşılaştığı her bir zorluk, birer ön yargıydı. Kitapta bu ön yargılar sebze, kumaş, et gibi sıradan ama metaforik unsurlarla sunulmuştur. Ön yargılar beraberinde hoşnutsuzluğu da getirmiştir. Düzgün kentin düzgün insanları kendileri gibi olmayan Boynuyamuk'u aynı zamanda ayıplıyordu: “Dümdüz sucuklarımı beğenmedi, kangal sucuk, diye tutturdu.”
Bu masalsı öyküde ya Boynuyamuk düzene ayak uyduracaktı ya da değişimin kıvılcımı olacaktı. Boynuyamuk başlangıçta büyüklerin dünyasında bir karşılık bulamadı ama fikri hür vicdanı hür çocukların dünyasında kendine sımsıcak bir tebessüm buldu. Ona inanlar “Çizgili kumaş oluyor da, çiçekli niye olmasın?” diyen çocuklardı. İlk çocuklar anlamıştı farklılıkların zenginlik olduğunu. Çocuklarla hayat buldu Boynuyamuk'un düşünceleri. Tek tipleşmenin zararını anlayan, yine çocuklar oldu. Farklılaşmanın tohumunu atan da çocuklar oldu. Çocuklardan yetişkinlere doğru başladı değişim. Bir gün bu kentte olanlar yine oldu. “Düz çizgilerin kenti, günden güne değişti, kaybetti cetvel gibi çizilmiş çizgilerini.”
Bu kitabı okuyunca eğitimi düşünmemek imkânsız. Teoride olmasa da uygulamada keskin ve dik çizgilerimiz mevcut. Söz gelimi bu eğitim ailedeyse keskin ve dik çizgiler atadan dededen kalma… Okula gelecek olursak bireysel farklılıklara duyarlı eğitim diyoruz ancak kesin sınırlarla örülmüş bir alana hapsediyoruz çocuklarımızı. Belki şeklen farklılıklarımız mevcut ama düşünce dünyasında sınırlarımız çok keskin. Eleştirel düşüncenin adı var ama yansımasını bulmak çok zor. Çünkü çocuğun eleştirel olarak düşündüklerini uygulayabilmesi için ona duyuşsal olarak entelektüel cesareti aşılamamışız. Öğrencilerimizin fikirleri var ama... Çoğu zaman fikirleri, belleklerinin en ücra köşesinde saklanmak için kendine yer bakıyor. Bazen eleştirilmekten bazen de tepki almaktan çekiniyorlar. İçinde yaşadıkları ailenin, ders aldıkları öğretmenin düşünce dünyasının sınırlarını genişletmekten çekiniyorlar ve sessiz kalmayı yeğliyorlar.
Duvarda başka bir tuğla olmasını istemediğimiz çocuklar için daha geniş düşünce ve uygulama alanlarına ihtiyacımız var. Hatta onlar için alanları biz değil, kendileri belirlemeliler. Okullarını onlar tasarlamalı, sınıflarının rengine onlar karar vermeli, sınıflarını onlar temizlemeli, okuyacakları kitapları onlar seçmeli, gidecekleri üniversiteleri onlar tercih etmeli… Kısacası eğitim diye başlayan cümlelerde öğrencilerimiz daha sık özne olmalı.
Uzak bir ülkenin uzak bir kentinde belirsiz bir vakitte insanlar birbirine benzeyecek ve birbirleri gibi düşünecek. Bir süre sonra insanlar mutsuz olmaya başlayacak. Düşünün ki her şey tek çeşit: “Ekmekler hep baston gibi, kumaşlar hep çizgili, sebzeler tornadan çıkmış gibi.”
Gürkan MORALI
Comments