Ben ilkokulu, toplam 10 öğrencili birleştirilmiş bir sınıfta köyde bitirdim. Beş yılda 6 öğretmen değiştirerek zor da olsa okuma yazmayı öğrenebildim. Aslında fazla merakımdan dolayı dışarıdan başarılı sayılan bir öğrenci gibi görülsem de fazlaca öğretmen değişimi ilkokul sürecimi zorlaştırmıştı. Yıllar önce de bugün olduğu gibi köylerde pek bir öğretmen kalmak istemezdi. O zamanlar vekil öğretmen diye bir kavram vardı; bir yıllığına gelir, ne mezunu olduğunu kimse bilmez, öyle idare eder, gitti mi bir daha geri gelmez, yerine bir başkası gelinceye kadar hayli zaman geçerdi. Neyse ki dördüncü sınıfın ikinci döneminde hem kadrolu hem de oldukça iyi bir öğretmen geldi de okuma yazmayı öğrenebildim. Ona da ne kadar okur yazar denilirse... İlkokul öğretmenim -ki adını hatırladığım tek ilkokul öğretmenimi her zaman sevgiyle anıyorum- bizi en azından okur yazar yapmak, temel becerileri ve kavramları öğretme adına çok çabaladı diyebilirim. Ortaokula başladığımda büyük küçük harfleri tam olarak ayırt edemiyordum. Ortaokul birinci sınıf benim için tam bir travmaydı; ne anlatılanlardan bir şey anlayabiliyordum ne de kendim çalışarak konuları kavrayabiliyordum. İlk sene 61 kişilik bir sınıfta olmanın verdiği şansla (kalabalıkta arada kaynayarak) ikinci sınıfa geçmek mucizeydi. İki üç derken kısmen adapte olarak ortaokulu bitirdim. Her ne kadar teşekkür takdir gibi belgeler alsam da ne öğrendiğimden emin olamadığım için kendimi hep başarısız hissedip kompleks yaşadım uzun yıllar. O dönemde de özellikle kırsaldan gelen kız çocukları başarılı olsun diye özel ilgi gösteren, kalabalık sınıflar olsa bile daha fazla ilgilenmeye çalışan öğretmenlerimi de halen hatırlıyorum. Liseyi de kredili sistem denemesinde -oda benim için ayrı bir şanstı- başarısız olduğum derslerden ertesi dönem muaf olup yerine başkasını seçerek orta karar şekilde tamamlayabildim (tabi yine sonsuz destek hep öğretmenlerden oldu). Özellikle ortaokul döneminde o kadar çok eksiğim vardı ki akademik beceriler, bilişsel gelişim, dil gelişimi, sosyal beceriler yönünden günümüzün tanımıyla akranlarımdan anlamlı düzeyde geriydim diyebilirim. Bu benim kendi içimde fark ettiğim, hissettiğim, gördüğüm bir durum olmasına rağmen hiçbir okul kademesinde ve hiçbir öğretmen tarafından başarısız ya da tembel olduğuma dair olumsuz bir yaklaşım görmedim. Hep bir teşvik, çabaya dair bir takdir ve başarıya dair bir güven iklimi yaratmaları sonucunda benim de öğrenme hevesim ve isteğim hiç bitmedi. Şimdi aynı koşullarda ortaokul ya da lise okusaydım diye düşünüyorum da muhtemelen ortaokulda öğrenme güçlüğüyle tanılanır, sosyal beceriler yönünden dışlanır, ailesi ödevlerine yardımcı olmuyor diye suçlanırdım. Lisede olsam bu kadar çok dersle baş edemez, yeni nesil soruların hiç birini çözemez, başarısızlık algısıyla muhtemelen örgün eğitimden uzaklaşırdım.
Kendimden başladığım yazıda aslında gelmek istediğim konu, son günlerde çok tartışılan sınıf tekrarı mevzusu. İşin garibi sanki sınıfta kalma hiç yokmuş da yeniden konulacakmış gibi bir algı yaratıldı. Oysaki MEB’in "Okul Öncesi ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği"nde bile (Madde 31) ilkokullarda ailenin onayı alınarak öğrenim süresinde bir defaya mahsus olmak üzere sınıf tekrarı yaptırılabilir diyor. Bu uygulama ilkokullarda özellikle birinci sınıfta zihinsel bir sorun olmamasına rağmen, diğer gelişim alanlarında görülen sınırlılıklarına bağlı olarak okula uyumda güçlükler yaşanması durumunda uygulanan bir süreçtir. Yine ortaokulda da hem özürsüz devamsızlık durumunda hem de ders başarısında yıl sonu puanı 45’ten az olan öğrencilerin sınıf geçmesi veya sınıf tekrarı, şube öğretmenler kurulu kararı ile yapılıyor. Yani hem ilkokulda hem de ortaokulda sınıf tekrarı zaten var olan bir uygulamadır. Yine MEB’in "Orta Öğretim Kurumları Yönetmeliği"nde ölçme değerlendirme ve sınıf geçme bölümü incelendiğinde öğrencinin yıl sonu başarı puanı 50’nin altında olması ya da özürsüz devamsızlığın aşılması durumunda sınıf tekrarı yapar ibaresi var. Hatta üç dersten yıl sonu başarısı düşük olan öğrenci sorumlu geçerken, 6 dersten başarısız olan öğrenci direk sınıf tekrarına bırakılıyor (Madde 55-56-57-58). Lisede de bir defaya mahsus olmak üzere yapılan sınıf tekrarında öğrenci yine istenilen başarıyı elde edemiyorsa ikinci bir sınıf tekrarı yapılmaksızın örgün öğretimle ilişiği kesilerek açık öğretime yönlendiriliyor. Mevcut sistemde sınıf tekrarı zaten vardı fakat öğrenci yararı düşünülerek bunu zorlaştırıcı tedbirler alınmıştı. Buna rağmen sınıf tekrarına kalan pek çok öğrenci olduğu gibi lisede akademik başarısızlığa bağlı olarak örgün öğretimden ayrılan öğrenciler, eğitim sisteminde bizim çok daha önemli bir sorunumuzdur. Bugünkü tabloda bir buçuk milyona yakın öğrenci açık öğretimden liseyi bitirmeye çalışıyor. Örgün öğretimin içinde olması gerekirken bir şekilde dışına itilen öğrencilerin neler yaptığı, vaktini nasıl geçirdiği ve bu ülke için geleceklerini nasıl şekilleneceği konusu tam bir muammadır.
Millî Eğitim Bakanının yaptığı açıklamada detaylar henüz netleşmese de sınıf geçme yönetmeliğinde tekrar bir düzenlemeye gidileceği görülmektedir. Mevcut durumda bizim, öğrenciyi sınıf tekrarı yaptırmak yerine özellikle lisede sınıf tekrarını en aza indirecek, örgün öğretimde devamını sağlayacak, başarısızlık durumlarına çözüm olacak düzenlemelere daha çok ihtiyacımız var. Yine bakanımızın söylemiyle okuma yazma bilmeden sınıfı geçiyor ya da dört işlemi bilmeden mezun oluyor meselesi, öğrenciye yükleyerek çözeceğimiz bir sorun değildir. Bir tek öğrencinin, bu sistemde heba edilmesi göze alınmamalıdır. “Neden” sorularının cevabını hep kendi içimizde aramak durumundayız: "Neden öğrenememiş?", "Neden beceri kazanamamış?"... Bir öğrencinin sınıfta kalması onun ertesi yıl başarısını olumlu yönde etkilemiş mi bunun cevabını bilimsel araştırmalarla bulmak mümkündür. Öğrenememe durumlarını da bireysel çalışmalarla çözmek gerekir. Bireysel ilgi, yetenek, bireysel hız, her bireyin biricikliği gibi konularda mangalda kül bırakmıyoruz ama iş uygulamaya gelince bireysellik falan hepsi hikâye oluyor. Sonunda genel sınavlara tabisin, kendi öğrenme hızın diye bir şey yok, herkes kadar öğrenmek zorundasın gerçeğiyle baş başa kalıyor çocuklar. Günümüz koşullarında öğrencilerin baş etmesi gereken o kadar komplike ders içerikleri ve sınav süreçleri var ki, çocuklarımızın haklı isyanlarını görmek durumundayız. Bir eğitimci olarak öğrenci tarafından bakmaya çalışıp, her durumda koşulsuz şartsız onların tarafını savunuyorum ve sonuna kadar örgün eğitimin en iyi eğitim olduğuna inanıyorum. İnsan insana eğitim, dokunarak, hissederek, model olarak yapılan örgün eğitim en doğru olandır. Öğrencileri sınıfta bırakmak, bunun sonucunda pek çoğunu örgün eğitimin dışına atmak kolaycılıktır. Çocukların yaşa bağlı gelişim özelliklerini ve gelişime bağlı ihtiyaçlarını çok iyi bilmek durumundayız. Gerçek anlamda çocuğu merkeze alarak, onun öğrenme ihtiyaçlarını genel düzeyde değil, özel düzeyde farkına vararak ve bunu maksimum düzeyde karşılamayı hedefleyerek yola çıkmamız gerekiyor. Mesele bir dönemlik ya da bir yıllık başarı değil gerçek yaşam başarısı için öğrenme hevesinin söndürülmemesidir…
Zor olanı başarabilen eğitimcilere saygıyla…
Nermin ELMAS
Yararlanılan Kaynaklar
Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği.
2014.26.07.Resmi Gazete: 29072. http://ogm.meb.gov.tr/
Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği. http://ogm.meb.gov.tr/
Comments